16 Kasım 2012 Cuma

Üniversite

Üniversiteler, bir ülkenin en etkin dinamikleri olmak zorundadır. Üniversiteler, birilerine para kazandırmak, birilerinin siyasi ideallerini meşrulaştırmanın yeri değildir. Üniversiteler bilim yapmak için vardır ve tek görevi büyük insanlığa hizmettir. Bunun dışında her gerçeklik saçmalık ve bahaneden ibarettir. Kürsüler de bilim insanlarının hakkıdır. Bu konuda Oğuz Atay'ın "Bir Bilim Adamının Romanı" isimli kitabında İTÜ'nün efsanevi rektörü, bilim insanı Prof. Dr. Mustafa İnan'a atfettiği cümle aslında en güzel özettir; "Kürsü ile ticarethaneyi karıştırmayın olur mu çocuklar?"
Şimdi gelelim işin diğer tarafına. Bugün Türkiye'de 168 üniversite var. Daha doğrusu ismi üniversite olan 168 kurum var. Bu kurumların kaçında bilim yapılıyor, ülkenin bilimsel gelişiminden anlarsınız zaten. Peki ismini hemen herkesin bildiği üniversitelerden birinde işler nasıl yürüyor? İsterseniz biraz bakalım.
Öyle bir üniversite düşünün ki ülkenin kendisinden yaklaşık 150 yıl daha eski. Yani alabildiğine köklü bir kurum ve bu kurum kendi geleneklerine sahip. Bu geleneklerinden biri de özgürlüğü. Ya da özgürlüğü idi. Bugün ayaklandı o okul. Çünkü o üniversitenin yarı yükünü çeken asistanlar şu anda resmen kıyıma uğruyor. Yani o insanların güvenceli çalışma, emeğinin karşılığını alma hakları ellerinden alınıyor. Özgürlükleri ellerinden alınıyor. 64 yaşındaki profesöründen tutun, 19 yaşındaki öğrencisine kadar insanlar aynı kortejde yürüdü. Bu yürüyüş en başta asistanlara, sonra da üniversiteye sahip çıkma eylemiydi. Evet üniversiteye de sahip çıkıldı çünkü o üniversitenin imza yetkisinin kimde olduğunun bir önemi yok. Üniversiteler öğrencilerindir. Bunun herhangi bir istisnası olamaz. Hocalar da canavar değil, insandır. Bilimde usta çırak ilişkisi esastır ve hoca öğrenci ilişkisi aslında daha ziyade budur. Bu olmalıdır. Kimse kimseyi silah zoruyla o kürsüde tutmaz. Ticaret yapmak isteyen cübbesini çıkarır gider ticaret yapar ama üniversiteyi ticarethaneye çevirmek kimsenin hakkı da harcı da değildir.
Günümüzdeki üniversite mantığı bu coğrafyanın önümüzdeki en az 200 yılını da cehalete hapsetmektedir. 18. yüzyıl Avrupa Aydınlanmasını açıp birazcık incelerseniz ne demek istendiğini daha iyi anlayacaksınız. Üniversitelerde özgür düşünce ortamı olmazsa, ülkenin hiçbir yerinde olmaz. Üniversiteler topluma karşı tarihi sorumluluk taşırlar ve bu sorumluluğu yerine getirmek bir seçimden ziyade bir görevdir. İşte bu yüzden üniversiteler zaten doğal bir siyasi duruşa sahiptir. Bu duruş insanı ve yaşamı esas alan ilerici duruştur. Aksini yaratmaya çalışmak eşyanın tabiatına aykırıdır. Bu duruşu siyasi görüş ve ideolojilerle yok etmeye çalışıp sonra tepki gösterenlere de "efendim bunlar siyasi işler, siz öğrencisiniz bunlar sizin işiniz değil" demek de insanları aptal yerine koymaktır. Güttüğü siyasi işleyişi, hayatın doğal akışı gibi gösterip sonra da bu siyasi işleyişe karşı çıkanları, hayatın doğal akışına karşı çıkan insanlar gibi lanse etmek kimseye yakışmaz. Eğer konuşacaksak eşit şartlarda konuşacağız. 
En içler acısı olanı da üniversite öğrencileri içindeki mental kıyımdır. Arkadaşlar bilimi ve özgürlüğü savunmak, üniversite öğrencisinin birincil önceliğidir. Yanlı şekilde yönetilmeyi ve bilim dışı bir yapıda yoğrulmayı daha şimdiden kabul etmek içler acısı bir olaydır. Eğer bilimi ve özgürlüğü savunmak siyasi bir görüş ise bırakın görüşünüz de bu oluversin. Kimin neye inandığı, nereye bağlı olduğu umrumda değil ancak zamanın diyalektiği her gücün üstündedir. Değişmeyen tek şey, iyinin, doğrunun ve bilimin gücüdür. İşte bu yüzden egemen güçten yana olmak uğruna iyinin ve doğrunun çarptırıldığı bir yaşama ses çıkarmamak etik olmayan bir uğraştır. Hayatın her alanında, hangi güce güvenirseniz güvenin olan bitene karşı adil olmak gerekir ve unutmayınız ki adalet bir gün herkes için gerekebilir. 
Yukarıdaki okul Mustafa İnan'ın, Bedri Karafakioğlu'nun İTÜ'sü olamaz değil mi? Olacak hali yok elbette. Ben de sizin gibi düşünüyorum. Olamaz. Umarım bir gün, Virgil'in dediği gibi sanatla güzelleşen dünyamız, bilimle genişleyen bir yere dönüşür ve biz de buna nokta kadar bile olsa bir katkı yapmış oluruz. Özgür kalın.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder