1 Kasım 2012 Perşembe

Ahmet Kaya

Henüz tarihi umursamayacak kadar küçük bir çocuktum. Okulla birlikte gittiğimiz çocuk tiyatrosunun çıkışında elimize birer kaset tutuşturdular, ben de kocaman bir hevesle eve gidip dinlemeye başladım. Beğendim de kaseti. Sonra bir akşam eve gelip kaseti teybe taktım. Tanımadığım, bilmediğim bir şarkı çalmaya başladı. Ben tabi olayın şokuyla oturma odasından halamı çağırdım. Sonradan anlaşıldı ki bu tanımadığım adamın şarkılarını halam gidip bir arkadaşının kasetinden çekmiş. Belki ben yine o adamla tanışacaktım, belki yine dinleyecektim yorgun bir demokratın hikayesini ama tanışmıştım artık kim olduğunu ve ne söylediğini bilmeden. Halam sayesinde daha küçük yaşta ezberlemiştim o güzel adamın ismini; Ahmet Kaya...
Bu coğrafya aslında biraz da aydın mezarlığı sayılır. Nice insanların mezarı kazılmıştır bizzat devlet eliyle. Uğur Mumcu'yu uğurlamıştır cennete Anadolu, Behice Boran'ı, Nazım Hikmet'i, Deniz Gezmiş'i, Abdi İpekçi'yi ve daha nice güzel insanları. İşte bunlardan biridir Ahmet Kaya. Yüreğinin sızısı hala bu coğrafyanın kulaklarında, kanı ellerindedir. Sürgün edilmiş bir yalnızlığın ölüme denk acısı, bir cinayet ispatıdır aslında ve en acısı fail-i böylesine belli bir cinayetin davasının asla görülemeyecek olmasıdır.
Hakkında artık ne söylense eksik, ne söylense boş. ''Biz bu ülkeyi böldürtmeyeceğiz!'' diye bağıran bir "bölücü"'den ''19-20 yaşındaki çocukların ölümüne alışmak istemiyoruz, artık bitirin bu savaşı'' diye haykıran bir "terörist"'ten bahsediyoruz ne de olsa...
''Üniversiteye kotla giriliyorsa tabi ki türbanla da girilecek. Türbanlılara sahip çıkmak bütün devrimci ve demokratların boynunun borcudur" sözünü henüz 90'larda söyleyebilmiş bir güzel adam. Ve O'nu linç eden sistemin piyonları Ertuğrul Özkök'ler, Serdar Ortaç'lar bugün bu ülkenin "değer"'leri. Bir de elbette O'nu yalnız bırakan sözde yol arkadaşları var hani ''Ben yandım sen yanma allah aşkına" diye seslendiği. Öldürdüler O'nu. Oysa ne kadar basitti, ne kadar gerçekti isteği. "Kürtlerin varlığını kabul edin, kendi dilimde şarkı yapacağım diyordu" Yani zaten var olanın, var olduğunun anlaşılmasını istemişti sadece.
Şimdi O'nun gibi düşünmek bir çok açıdan hala suç sayılsa bile, O'nu dinlemenin suç olmadığı zamanlardayız. Ve ben Ahmet Kaya'yı her dinlediğimde 2000 yılında bir Kasım ayının akşamında halamın, Fransa'da ölmek zorunda bırakılmış olan bir adamın ölüm haberine neden böylesine hüngür hüngür ağladığını her gün biraz daha iyi anlıyorum. Tarih her gerçeği bir gün yerine oturtur. İşte o gün namuslu ve namussuz olanlar gerçekten herkesin gözü önünde ortaya çıkar. İşte o tarihin yazımına Ümit Kıvanç'ın değerli katkısı "Uçurtmam Tellere Takıldı" isimli Ahmet Kaya belgeseli'ni de izlerseniz siz de Ahmet Kaya'yı bir kez daha yad etmiş olursunuz. İyi seyirler...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder