8 Mart 2012 Perşembe

Sokaktaki Adam Öyküleri : Yusuf

elif'e

Geceden kalma mavi - Tan kızılı. Paris - Beyrut. Roma - Mekke. Daha nice ikilemeler. Tan ağarırken her sabah aynı şeyi düşünürdü yusuf. Geceden kalma mavinin yavaşça geri çekilişi, kızılın hep aynı kararlılıkla yayılması. Her sabah tekrarlanan bir ayin misali gökyüzünde renklerin dansı. Sonra, geriye kalan her rengiyle gökyüzü. Geriye kalan İstanbul.
Bir zamanların uykusuzluğuna duacı olacağını söyleseler inanmazdı Yusuf. Zamanla uykusuzluğu da öğrendi. Sabah ezanıyla kalkar olmuştu. Kahvesinden son yudumu içerken insanların namazdan döndüğünü fark etti. Sigarasını söndürüp balkondan içeri girdi. Odasının ne kadar dağınık olduğunu ancak o an fark etti. Önce dünden kalma şişeleri toplamakla başladı. Bu esnada yere düşmüş bir kitap fark etti. Dün akşam sonuna kadar gelip bitiremediği o incecik kitap. Kapağına bakakaldı. Yalnızca kahverenginin tonlarından yaratılmış bir insan ve yüzü olmamasına rağmen reddedilemez gerçekliği. Gözlerimin içine bakıyor diye düşündü Yusuf. Resmin üzerindeki tek kelime olan biteni açıklıyordu. ''Yabancı''. Yüzü var olmayan bir yabancı belki de Yusuf'un gözlerinde yer bulmuştu kendine. Kitabı yerine koydu. Saatine baktı. Daha beklemesi gereken neredeyse yarım gün vardı.
Akşam üzeri Kadıköy, dünyanın en güzel yerine dönüşür. Rıhtımdan başlayıp akmarın arkasında dolaşacak şekilde Bahariye'ye çıkarken her bir köşebaşındaki yaşanmışlıkları hissedersiniz. Yusuf da öyle yaptı. Sigarasından ağır ağır nefes çekerek yürüdü Bahariye'ye doğru. İlk sarhoş olduğu köşeyi, ilk kez öpüştüğü sokağı hatırladı tekrar. Bahariye'ye yaklaşırken aklına Su geldi. Uzun zamandır kimseden bir beklentisi olmamıştı ama biraz sonra... Yalnızlığa alışkın olduğunu kendisine sayısız kere telkin etmişti Yusuf. Gün geçtikçe çevresine karşı daha da yabancılaşmıştı. Ancak belki bu sefer olur dedi. Yalnızlıktan biraz olsun kurtulmak istiyordu ve ihtiyacı olan, gerçeğin Yusuf'a somut şekilde gelmesiydi. Gelecek kişi Yusuf'a diğer tüm yanılsamaların aslında gerçek olduğunun ispatı olacaktı. Yusuf Bahariye'ye çıktığında hava henüz kararmaya başlamıştı.Bahariye’ye çıktığında nefes aldığını hissetti. İşte belki de bir yere ait olmak şansı olsaydı, bahariyeye ait olmak isterdi. Ancak bunun için yapması gereken ilk şey kendine olan aidiyeti geri kazanmaktı. Ali Şir Nevai sokağına girdi. Simsiyah bir karanlık gördü. Öylesine siyahtı ki karanlık, sanki yalnızlığıyla dokunsa karanlığın kanı akacaktı. Karanlığın ucunda annesini gördü. O’na doğru yürümeye çalıştığı anda anladı bacaklarının uyuşmuş olduğunu. Dizlerine kadar gelen üşümenin ne olduğunu anlamadı. Üşüyordu. Annesinin ellerine dokunabilse belki kalkacaktı karanlık. Bileğinden parmağına bir sıcaklık hissetti. Yerdeki birkaç damla kanı gördü. Belki de yalnızlığı, gerçekten karanlığa değmişti.  Annesine baktı. Annesi gitti. Rüzgar böylesine güzel esmese, kendine olan aidiyetini kaybettiği her anı yeniden yaşayacaktı belki. Camdan duvarların örüldüğü o anı.
Çay bahçesine girdiğinde gördüğü ilk boş masaya oturdu. Burayı seviyordu. Burası, akıp giden zamanın içinde bir kuytuya saklanmış gibiydi. Yusuf’a göre zamanın kuvveti, yaşadıklarımızı değiştirebilmesinden öte, yaşadıklarımız karşısında hissettiklerimizi değiştirebilmesiydi. Burası zamana karşı koyabildiği tek yerdi Yusuf’un. Burada masumiyeti hissederdi. Yıllar önce, henüz yasaklıyken buraya gelip sessizce bir köşede kitap okuduğu günlerdeki masumiyeti. Yalnızlığı, henüz sadece insanlardan uzakta olmak sandığı zamanlardaki masumiyeti.
Çayından ilk yudumu aldığında şekersiz çay içmeye alıştığına bir daha sevindi. Paketinden çıkarıp bir sigara çıkarıp yaktı. Tam ikinci nefesi çekecekken O’nu gördü. Su gelmişti. Sonbahar yeşili gözlerinde az öncenin telaşı vardı. Bir kadın bir erkeğe gelirken genelde 2 şey olurdu aklında. Biri az öncenin telaşı diğeri de az sonranın merakı. Bir kadınla az öncenin telaşını paylaşmazsa bir erkek, az sonranın merakını unutuverir kadın. Geldiği gibi anlatmaya başladı Su. Günü anlattı. Bugün iş yerinde diye başlayan cümlelerin devamını duymadı Yusuf. Su’yun gözlerine bakıyordu. Sonbaharda bir ağaç gibiydi. Gözlerinin yeşili, sanki yaprakların rengi, içindeki koyuluk ise ağacın dalları gibiydi. Öylesine bir bütündü ki Su’yun gözleri, bir kadının ruhunun kalbi kesinlikle gözlerinde atmalı diye düşündü Yusuf. Belki de geri kalan her şeyin gerçekliğini ispatlayacak şey, şu an baktığım gözlerdir gerçekten dedi içinden.
Konuşma sırası Yusuf’a gelmişti. Yusuf bunu fark etmedi. Su bekledi. Yusuf sessiz kaldıkça Su daha da fazla anladı değişen bir şey olmadığını. Aslında Yusuf’un günlük telaşları zaten dinlemediğini biliyordu ancak gelirken söylemek istediklerini söylemek için daha iyi bir zaman olamazdı. ‘’Sen’’ dedi. ‘’Senin her zaman yaptığın bu. Eskiden yalnızca bir kusurun olan şey, artık sana dönüştü. Sen başka bir insan oldun Yusuf. Dinlemiyorsun. Önemsemiyorsun. Zorunda olduğun için yaşıyorsun sanki. Sana uzun zamandır söylemek istediklerim bunlar aslında. Ancak beni bile dinlemez oldun artık. Sen artık zamana ait değilsin. Sen. Sen artık kendine bile ait değilsin Yusuf. ‘’ Su sustuğunda, Yusuf paketinden bir sigara çıkarıp yaktı. Su’yun söylediklerinin hepsini biliyordu aslında. Verecek cevabı yoktu. Ait olmanın huzurunu özlemişti. İşte bu yüzden Su’yun da bilmesi gerekenler vardı.
‘’Haklısın. Aslında sana verecek cevabım yok. Ama şunu bil ki zor olan yalnız olmaktır. Bunu ben istemedim demeyeceğim. Çünkü ben istedim. Şimdi de bitsin istiyorum. Yaşadığım hayatın gerçekliğine yeniden inanmak istiyorum.  Yalnız bir tek şeye ihtiyacım var. O da geriye kalan her şeyin gerçekliğini ispatlayacak bir kişi. Unuttuğum ve artık inanmadığım bütün güzel kavramların aslında var olduğunu, gözlerine baktığım her an hatırlayacağım bir kişi. Belki çok fazla ama büyük dönüşümlerin büyük bedelleri vardır.’’
Su cevap vermedi. Korkuya yakın bir duygu hissetti. Yusuf’un bahsettiği kişi kendisiydi. Şimdi söyleyecekleri bu masadan kalktığı andan itibaren ki yaşayışını toptan değiştirebilirdi.
‘’Belki de senin yaşadığın gerçeğin kendisidir Yusuf. Aradığın şey aslında belki de senin için kö…’’
Daha fazlasını dinlemedi Yusuf. Biraz sonra duyacaklarını merak etmiyordu. Su, yapabileceği en bayat şekilde reddetmişti onu. Kaçarak. Karşısında durup hayır demek yerine, durduğu yeri değiştirmişti. Su konuşurken Yusuf, Su’yun hemen arkasındaki ağaca baktı. Dalda sallanan yaprağa. Sanki birden sararıverdi yaprak. Birden düşüverdi daldan. Sorsalar, rüzgarı bahane ederdi belki.
Yusuf, masadan kalkarken Su gideli neredeyse 1 saat olmuştu. Hava iyice kararmış,  yıldızlar kendini göstermişti. Gece mavisi yine göğün hükümdarı olmuştu.Evine doğru yürürken adımlarının ne kadar yabancı geldiğini fark etti. Sanki var olan bir yolda yürümüyor, yürüdükçe bir adım sonrası var oluyordu. Geri dönse sanki yol, yok olmuş olacaktı. Eve vardığında doğrudan balkona çıktı. Gözlerine bir süre kapatıp sonrasında tekrar açtı. Sessizlik vardı. Yusuf, sabah bakmış olduğu kitabın ilk sayfasına ufak bir not aldı. ‘’Sessizlik, hayatta rengi olmayan tek gerçekliktir. İşte bu yüzden yalnızlık, insana batıni bir yansıma değil zahiri bir gerçeklik verir.’’ Sonrasında kitabı bitirmediğini hatırladı. Kaldığı yerden okumaya başladı.''Dünyayı kendime bu kadar eş, bu kadar kardeş bulunca, anladım ki, eskiden mutluluğa ermişim. Hatta hala da mutluyum. Her şey tamam olsun, kendimi pek yalnız hissetmeyeyim diye, benim için artık, idam günümde bir sürü seyirci bulunmasını ve beni nefret çığlıklarıyla karşılamalarını dinlemekten başka bir şey kalmıyordu.''


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder