11 Şubat 2011 Cuma

Çevre Bilinci Hakkında


Çevre bilinci, özetle kişilerin günlük hayatlarında, aldıkları kararlarda ve yönlendirmelerinde çevre faktörünü “harici bir etmen olarak görmeksizin” göz önünde bulundurmalarıdır. Harici bir etmen olarak görmeksizin kısmı dikkatinizi çekmiş olmalı. Bu noktada depremleri düşünün. 1999 depreminden sonra insanlar uzun zaman her akşam deprem olacakmış gibi hazırlandılar ancak zamanla bu dikkat azalarak kayboldu ve artık insanlar depremleri ara sıra medyada gördüklerinde bir de küçük ölçekli deprem haberleriyle hatırlıyor ve 10 dakika sonra da unutuyorlar çünkü insanlara 1999 sonrasındaki o kaos döneminden beri deprem bilinci aşılanabilmiş değil. Eğer ki bu gerçekleştirilebilmiş olsaydı önce devlet gerekli tedbirleri alırdı aksi halde de halk gerekli önlemlerin alınması için hakkını arardı. Üstelik deprem direkt olarak akut şekilde yüksek maddi hasara yol açan bir doğal afet yani etkisini çok etkili şekilde gösterebiliyor ancak buna rağmen hala toplumsal düşünce kültüründe kendisine yer bulamadı.
Peki, sonuçları çoğu zaman kestirilemeyen “çevre felaketleri”’nin etkilerini kronikleşmiş biçimde gösterdiğini düşünün. İşte insanlar henüz sonuçlarını tam olarak görebildikleri hatta bizzat yaşadıkları konularda algı sorunu yaşarken, sonuçları daha zor görülebilen ve lokal değil küresel düşünme yeteneği gerektiren bir konuda insanları bilinçlendirebilmek zor ancak zor olduğu kadar gerekli ve değerlidir de. Ayrıca çevre bilincine sahip olması için insanların önce bireysellikten arınmış kişiler olması da gerekir yani maddi değerlerden ziyade geleceğe ve tüm canlılara önem veriyor olmalıdır. İşte çevre bu yönüyle diğer bilimlerden ayrılır ve tıpla birlikte kendine özgü bir noktadadır.
Bir adam ölmek üzere ve hastaneye getirildi. Ameliyat olursa kurtulacak. Doktor bakıyor ve şunu söylüyor : “Bu adamın ameliyatı için 30 milyar lazım ama bu adam zaten yaşlı 30 milyarı size geri kazandıramaz o nedenle bence hiç masraf etmeyin bırakalım ölsün.” Size de garip gelmiş olması gerekir. İnsan hayatı göründüğü üzere parayla ölçülemez (NŞA). Peki, o zaman bir türün yok olmasına sebep olacak uygulamalar yaparken hangi hakla parayı belirleyici etmen olarak görüyoruz? Üstelik bu türlerin arasında maalesef insanlar da var. Bugün bütün dünya küresel iklim değişikliği diye bağırıyor ancak Bill Gates gibi bir dev iklim değişikliğine karşı önlemleri azaltmaya çalışmak yerine iklim değişikliği sonrası için yatırım yapıyor.
Ne yazık ki hayatın her alanında, her faaliyette çevreyi kirletmek mümkün. Tabii ki çevre bilinci; ilk safhada bireylerin, kişisel olarak çevreye verdikleri zararın asgari seviyede olmasını sağlamalarını ve bu doğrultuda hareket etmeyenleri de tespit ettiği takdirde uygun şekilde uyarmasını gerektirir fakat kirlenme bir bütün olarak ele alındığında sorunun çözümünün bu bireysel çabalardan çok daha fazlasını gerektirdiğini görüyoruz. Tüm insanlar günlük yaşamlarında çevreyi kirletmeyi bırakırsa bu anlamlı bir reaksiyon olur ancak bunun mümkün olmadığı gün gibi ortada dolayısıyla gerçekten çevreye sahip çıkmak isteyen insanlar kendi sınırlarının dışına çıkmayı bir görev bilmelidirler. Çünkü toplumsal değişimde anlamlı başarı kazanabilmek için ya nitelikli çoğunluğa sahip olmak ya da etkin azınlık olmak gerekir ve çevreye duyarlı insan sayısı ne yazık ki anlamlı çoğunluğu oluşturabilecek seviyeye gelemeyecek gibi görünüyor.
Bir de çoğu zaman binlerce insanın yaşadığı kasabaların bir günde ürettiği kirliliği 1 saatte tek başına üretebilenler var yani endüstriyel kuruluşlar. Gerçekten çevre konusunda ilerleme kat edilmek isteniyorsa endüstriyel kirlenme kesinlikle asgari düzeye indirilmelidir. İşte bahsetmiş olduğum bireyselliği aşmak burada devreye girer. Endüstriyel kuruluşların tamamı normal olarak para kazanmak üzerine var olmuştur. Çevresel önlemler de genelde para kazandıran değil kaybettiren yatırımlardır dolayısıyla patronların ekstra bir hassasiyeti yoksa onlardan sadece kendi özverilerine dayanarak önlem almalarını beklemek boştur. Dolayısıyla devletin denetleme mekanizmaları bu noktada devreye girmelidir. Kanun koyucular standartları sağlıklı şekilde belirlemeli ve düzenli olarak kontrol altında tutulup ihlal durumunda cezai işlem uygulanmalıdır.
Yukarıda belirtmiş olduğum çözüm önerisi hakkında biraz düşünmek gerekiyor çünkü bu örnekte gizli bir koşul var. Bu çözümde devlet mekanizması, endüstriyel kuruluşu denetleyecek ve ona cezai işlem uygulayabilecek kadar güçlü olmalıdır dolayısıyla koşulu sağlamak için devlet mekanizmasını yönetenler bu kuruluşlarla bağlantılı olmamalıdırlar çünkü hiç kimse kendi gelir kapısını kapatmak istemez. Türkiye’deki durum bugün tam ters haldedir. Devlet yöneticileri bırakın bağ kurmayı endüstriyel kuruluşlara sahip olmaktadırlar dolayısıyla denetleme mekanizması sağlıksız yürümektedir. Kocaeli’nde bulunan açık alana dökülmüş “50 kamyon” tıbbi ve tehlikeli atık bunun ispatıdır. Eğer ki o bölgedeki belediye gerçekten bu dökümün farkında olmamışsa da sorumlular gerekeni yapmalıdırlar. Ancak olay “kusura bakmayın ya” diye geçiştirilmiş, bir yaptırım da uygulanmamış, uygulanamamıştır. Ancak sürecin en vahim kısmı maalesef bu değildir.
O civarda yaşayan halk ne yazık ki “bizim hayatımızla oynayamazsınız i oynayanları cezasız bırakamazsınız” diyememiştir. Ancak bunun esas nedeni emin olun halkın korkak veya sindirilmiş olması değil bu konuda bilinçsiz olmasıdır. Oradaki insanların bir çoğu durumun vahametinin farkında olamamış dolayısıyla da haklı tepkisini ortaya koyamamıştır. Ancak ne gariptir ki eğitim seviyesi daha yüksek olan ve maruz kaldıkları takdirde ciddi tavır koyacak kesimlerden de ses gelmedi. Bunun sebebi insanların çevresel konularda lokal düşünmesidir. Herhangi bir bölgedeki çevre kirliliği sadece o bölgeyi etkilemekle kalmaz bazen tahmin edilemeyecek kadar uzak noktaları da etkiler. En basit anlatımıyla ekosistem adından da anlaşılacağı üzere bir sistemdir ve sistemin en küçük elemanıyla oynamak bile tüm sistemle oynamak anlamına gelir. İnsanlığın da bunu göze alacak lüksü yoktur ve olamaz.
Diyalektik tez-antitez-sentez olarak çok kısa şekilde özetlenebilen bir yöntemdir. Örneğin belirli bir olgu ya da olay bireyler tarafından analiz edilir ve konuyla ilgili bir tez oluşturulur. Bu tez bir çözüm, izlenecek yol, dengeyi koruma yöntemi önerisi vs. olabilir. Daha sonra bu tezin karşısına bu tezi e mevzubahis olay ya da olguyu iyi analiz etmiş bireyler tezin karşıt yöntem ya da görüşünde başka bir tez hazırlarlar. İşte bu da antitezdir. Sonrasında ise tezin ve antitezin birlikte değerlendirilip analiz edilmesiyle birlikte ortaya bir sentez çıkar. İşte bu sentez mevcut konuda izlenecek yol ile ilgili en sağlıklı yöntem olarak kabul edilir. Bu yöntemle tez ve antitez birbirlerinin gediklerini kapatma vazifesi görmüş olurlar.
Türkiye’de bilhassa çevre konusunda izlenen yola bakıldığında nasıl bir facia yaşandığı ortadadır. Bunun asıl sebebi karar aşamalarında diyalektik yöntemin uygulanamıyor olmasıdır. Tez oluşturmak her şeyden önce durumun çok yönlü analizini gerektirir ve çevresel olaylar hakkında sürekli tezler öne sürülmektedir. Örneğin Türkiye’nin Nükleer Enerjiye ihtiyacı olmadığınız bilimsel verilerle ortaya koyan onlarca bilimsel makale bulmak mümkündür fakat karar aşamasında bu tezlerin hiçbirinin dikkate alınmadığını görüyoruz. Bunun sebebi senteze ihtiyaç duyulmamasıdır. Çevreci kesimin sunduğu tezlere karşı savunulan görüşler olayı bambaşka bir yerden yani sadece para yönünden görmeyi seçmektedirler ve sonuç olarak sentez imkansızlaşmakta karar mercileri de kendi dinamiklerine uygun olanı yani maddi değerler üzerine değerlendirilmiş olanı göz önünde bulundurmayı tercih etmektedirler.
Bir topluluğun düşünsel kültürünü en çok etkileyen şey yaşadığı koşullardır. Toplum en çok hangi etmeni hissediyorsa diğer tekil başlıklarla ilgili kararlarında da o etmeni göz önünde bulundurur. Toplumun bu etkiyi hissedebilmesi ve anlayabilmesi için genellikle o etkinin günlük hayatını birebir etkilemesi gerekir ancak toplum potansiyel tehlikelerle uğraşmayı pek sevmez. Çevre konusu ise bu noktada diğer başlıklardan ayrılır. Çevre konusunda marifet, potansiyel tehlikeyi belirleyip önlem almak ve hatta bu potansiyeli asla ortaya çıkarmayacak hassasiyeti göstermektir. Çevresel bir felaket başladığı andan itibaren geri dönüşü yoktur. Çünkü çevresel faktörler potansiyel risklere karşı şekillenmek yerine oluşumunu tamamlamış risklerin sonucunda tepkilerini gösterirler. Parasal dinamikler potansiyel siyasi konjöktüre göre şekillenebilir ancak atmosfer ısısı 10 yıl sonraki çıkabilecek sera gazı miktarına göre değişmez. Bu nedenle çevresel durumlarda sadece analiz ve kontroller sonucu elde edilen bilimsel veriler yön gösterici olarak kabul edilir. Bilimin gücünü sindirememiş bir gelenekten gelen toplumlarda da bu yöntemin çalışamaması normaldir. İşte Türkiye’de çevre duyarlılığıyla ilgili en büyük sorunlardan biri de budur.
Ayrıca doğu toplumlarında sıkça görülen toplumsal hareket edememe durumu burada da karşımıza çıkmaktadır. Toplum ne yazık ki kendi geleceğini sahiplenememekte dolayısıyla devlet mekanizması da otokontrol yoluna gitme gereği duymamaktadır. Ancak çevre konusunda bu eylemsizlik yukarıda da belirtmiş olduğum gibi korkudan ya da tepkisizlikten değil bilmemekten kaynaklanır. İşte “çevre bilinci” bu kıvılcımı yaratabilmek, henüz doğmamış bebeklerin temiz bir havayı soluyabilmesi, susadığında su içebilmesi için gereklidir.
Bu noktada genç ve bilinçli nesil devreye girmektedir. Sadece bireysel bazda bile düşünülürse çevresel felaketler bugün başta üniversite öğrencileri olmak üzere tüm genç neslin en öncelikli sorunlarından olmalıdır çünkü çevresel gelecek şimdiki genç neslin tüm hayatını şekillendirecektir. Yaşanamayan bir dünyada ne iş yaptığınızın önemi yoktur. Nefes alınamayan bir dünyada okulu hangi dereceyle bitirdiğinizin ya da kuantum fiziği biliyor olmanızın bir ehemmiyeti kalmaz. Var oluş çabası tüm diğer kaygıların üzerindedir ve eğer var oluş mücadelesinin mevzubahis şekli kitlesel bir bilinç, bilgi birikimi ve fedakarlık gerektiriyorsa bu ülkenin tümüne karşı sorumlu olan genç nesil toplumsal dinamikleri harekete geçiren etmen olma görevini üstlenmelidir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder